Arayıp, aramamakta kararsız kaldı.
Telefon açmak için adeta direniyordu.
Konuşmaya hazırdı, ve…
Aradı.
Cevap da gecikmedi.
- Alo!
- Efendim.
- Nasılsın?
- İyi diyelim!
- Mutlu musun?
- Çok geç artık benim için!
Birbirlerinin hatırını sorarken, konudan konuya atlıyor ama bir türlü sevgilisinin aldığı kararı konuşmaya cesaret edemiyordu.
Çok olmamıştı gideli.
Aradan uzun yıllar geçmişçesine konuşuyordu.
Hasretti bunun adı!
Bazen özlem kokuyordu konuşmaları.
Bazen sohbet tadında.
Bazen hüzün hâkim oluyordu.
Saatlerce konuştular.
Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadılar ama bir yerde noktayı koymaları gerektiğini de çok iyi biliyorlardı.
Sohbetin biteceği de yoktu.
Yanındaydı sanki!
‘İyi ki aramışım’ diye düşündü.
Sevgilisinin konuşmalarından anladı.
Yılların yorgunluğu sesine yansıyordu.
Belli ki takati bile yok.
O kadar hızlı anlattı ki, ne zamana kadar böyle bir yorgunluğu taşıyabileceğini sorguluyordu artık.
Sabırla dinledi.
Sevgilisinin konuşması hüzünlü bir ses tonuyla bitince, yüreği konuşmaya başladı.
‘Sende kalan Ben’ dedi bir anda.
Duyguları kelimelere dökülüyordu artık.
Devam etti:
“Senin sorumlulukların ve sana ait dünyanda, içinde yaşattığın bana ait olan o küçücük zaman dilimine bile razıyım çünkü seni çok seviyorum.”
Ve, ekledi:
“Sende kalan ‘Ben’, bana sevgilerin en yücesidir!’
Sessizlik!
Bir süre sonra aynı anda ‘Hoşça kal!’ diyebildiler.
* * *
İyi pazarlar!
Yüreklerinizden, ‘SEVGİ’ hiç eksilmesin.