Doğa ve ona bağlı olarak doğal yaşamda her şey muazzam bir değişim içerisindedir. Onun içindir ki; Heraklet “Aynı derede iki kez yıkanılmaz” demiştir. Doğal yaşamda kendiliğinden olan ya da dıştan bir zorlamayla gerçekleşen değişmeler haliyle içtimai hayatı da etkilemekte, bu şekliyle siyaset kurumu da bu değişimden payına düşeni almaktadır. Bu genel açıklamaların ışığında, acaba biz de siyaset nasıl bir yol izlemekte, nasıl yön arayışına girmektedir? Siyasetin tarihsel olarak bir çeşitlilik göstermesi, Leo STRAUSS‘un dediği gibi “Her türlü insani düşünce, dahası her türlü felsefi düşünce aynı temel sorunlara ve aynı temel izleklere varır.” Bu temel sorunlar, siyaset kurumunun aynı zamanda belli başlı sorumluluğunu ifade eder.
Bilim, akıl, mantık, etik ve hukuk ile hem hal olamayan siyaset, gelişme ve değişme olmadan salt kendini tekrar ettiğinden, zamanla aynılaşır. Aynılaşan siyasetin, çözümleme, çözme ve ortadan kaldırma beceresi yorgun düşer. Durum böyle olunca da, bizim siyaset anlayışımız devreye girer. Yani ta öteden beri cepheleştiren, ötekileştiren bir siyaset tarzıdır söz konusu olan. Bu siyaset tarzı, iktidar cenahının kullandığı ekonomik, psikolojik, sosyal ve kültürel jargon, güncel olana bu bağlamda anlamlar yüklemiş, yeni tarafgir medya tarafından aceleci, çarpık ve hatta yönlendirici bir şekilde sunulan olaylar ve olgular serisine, karşı tepki gösterenlere, siyasetin acıtıcı dili ve refleksi en etkili araç olarak kullanılmaktadır.
Türkiye yakın tarih siyaset bilincini dolduran GADAMER ‘in dediği gibi” daima geçmişin yankılarının çınladığı bir sesler çokluğudur.” Yani aynılaşmış, üretmeyen, tıkanmış, tekçi bir siyasetin ping-pong topunun masada çıkardığı seslere benzemektedir. Toplumsal uzlaşı kültürü ve geleneksel dayanışma perspektifini rafa kaldıran anlayış, Türkiye ‘de birçok kurum ve kuruluşun etkinliği, verimliliği ve bağımsızlığını tartışılır hale getirmiş, Talimat hukuku sosyal hayatın her aşamasında kendini göstermiştir.
Anayasal olarak kamu tüzel kişiliğine sahip birçok oda ve birlik, kuruluş yasasının kendilerine verdiği yetkiyi kullanarak, zaman zaman bu aynılaşmış siyaset anlayışını eleştirir, olması gereken konusunda yönlendirici açıklamalarda bulunurlar. Siyasetin doğası itibarıyla, hele de iktidarda bulunuyorsan her türlü eleştiriye açık olmalı ve bunu sindirebilmelidir. Çünkü iktidar yıpratır. Ancak iktidar tarafı kendisine yönelik her eleştiriyi, ağır bir hakaret olarak görmekte, adaletsiz yargı aracılığıyla, bu kabil tutum ve davranışları terbiye etme yolunu seçmekte veya hukuksuz yasal düzenlemelerle kamu tüzel kişiliğine sahip, oda ve birliklerin yapısını değiştirmekle sıkıştırmaya çalışmaktadır.
Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nın bir açıklamasını eleştirmesi, baroların siyaset yaptığı argümanını gündeme taşımış, baroların yapısını değiştirme yasal düzenlemesi meclise sunum arifesine getirilmiştir. Hukuk devlet anlayışının savunma ayağını oluşturan barolar elbette ki insanın doğasıyla ilgili negatif, pozitif ve aktif insan hakları ihlali ve yıpranması konusunda fikir beyan etmeli ve yönlendirici olmalıdırlar. İktidara yakın anayasal kurumlar çeşitli konularda fikir beyan ettiklerinde siyaset yapmayacak, ancak iktidarın iş, işlem ve icraatları eleştirilince siyaset yapılıyor olacak. Böylesine ayrışık ve çelişkili bir ikilem siyaset tarihinde acaba var mıdır? Baroların, Türk Tabipler birliğinin, mimar ve mühendis odalarının ve benzeri oda ve birliklerin yapısını değiştirmeye yönelik her türlü siyasi adım, gündem değiştirmeye yönelik aynılaşmış siyasetin çalışması olarak görülecektir. Ülkenin çözüm bekleyen acil ekonomik ve toplumsal sorunları varken, hukukun savunma ayağına barikat kurmak, Türkiye ‘ye yakışmamaktadır. Çözüm demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla işlemesi, çoğunlukçu anlayıştan vazgeçilerek çoğulcu anlayışın hakim kılınması, hukuk ve sosyal devlet anlayışının bu bağlamda yeniden tesis edilmesidir.