Adalet, ahlak, hukuk, yurttaşlık, toplumsal dayanışma ve istem, kolektif akıl, yeniden yapılanma, demokrasi kültürü ve ekonomik durum; kanalsız İstanbul’un kanalla sınanması üzerinden ve belki de daha doğru bir ivme ve etkileşim içinde siyaset sahnesinde anlamlı bir izdüşüm yaratacaktır.
Türkiye‘nin dış politika ekseni zikzaklar üzerinden savrulurken başta İslam dünyası olmak üzere dostlarını birer birer kayıp etmiş, bu nedenle dış politikanın vermiş olduğu irtifa kaybı ve yorgunluk, iç politikada yalpalayan bir ekonomik yapı, hukuk ve adalet arayışları, dibe vurmuş bir eğitim paradigması ve benzeri toplumsal, ekonomik, kültürel ve politik sorunlarla yoğrulmuş ülke panoraması, çıkışı bir projeyi hayata geçirmekte aramaktadır. Oysa böylesine büyük ve devasa projelerde; ülke bütçesinin yatırım envanterleri, cari harcamalar, transfer harcamaları, vergiler, gelir dağılımı, ekonomik büyüme ve kalkınmanın skalaları, uygulamaya konacak projenin maliyet-fayda analizi, ekonomik, politik, toplumsal, hukuki ve coğrafi aforizmalarla rasyonel ve optimum kesişim noktaları aranarak, uygulama konusunda sonra karar verilmelidir. Şayet; bu bir Türkiye projesi ise, toplumsal uzlaşı ve mutabakat mutlaka sağlanmalı, yok eğer partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin her şeye rağmen bunu gerçekleştirme çabası ve isteği ise bu sadece siyaset dilinde toplumsal muhalefete meydan okuma ve inatlaşma projesi olacaktır. Yeni yönetim sistemi; gelir dağılımında sosyal-adaleti sağlama, istihdam olanakları yaratma, refahı tabana yayma, üretim ekonomisine geçme, ekonomide hukuk ve adaleti sağlama, yatırımları teşvik etme ve destekleme, başta tarım olmak üzere üretici sektörleri destekleme, toplumsal ve ekonomik barışı yeniden tesis etme gibi ana görevleri varken, doğruluğu, geçerliliği, ekonomikliği, hukukiliği, politik durumu ve coğrafi koşulları tam analiz edilmeden, üniversitelerin ilgili birimlerinden birbirlerini destekleyici ve tamamlayıcı raporları alınmadan, her şeyden önce İstanbul halkının bu konuda mini bir referandumla görüş ve düşünceleri alınmadan, yerel demokrasi bu bağlamda işletilmeden, projeyi dikte etmenin toplumsal mantığı olmayacaktır.
İstanbul Kanalı’nın etik, politik, hukuki, ekonomik ve coğrafi özelliklere sahip olması, hem kendi yaratacağı problemlerine hem de İstanbul halkı ve yurdum insanının yaman çelişkilerine odak noktası oluşturacaktır. Bu noktada adalet talebi, yönetimin paradokslarıyla karşılaşacak, etik ve siyaset çok yönlülüğünü kayıp edecektir. Partili Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, bu projeyi hayata geçirme aşamasında, eylemde bulunma ve yargıda bulunma arasında ki gerçek görüntünün nirengi noktalarının pratikte aksadığını gördüklerinde, toplumsal uzlaşı kültürünün demokrasinin ana teması olduğunu bir kez daha önemsiyerek anlayacaklardır. Yani projenin aktörleri, demokratik yurttaşlığın vermiş olduğu görev ve sorumluluk çerçevesinde seyirci konumunda olan bizlerin, teori ve pratikte her türlü soru ve endişelerimize, hukuk, olabilirlik, ölçülebilirlik, etik, ekonomik ve sosyal açılardan doğru, kabul edilebilir ve anlamlı yanıtlar verme durumundadırlar. Aksi takdirde, ne partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bu proje özelinde barındırdığı çelişkilerin üstünün örtülmesi, ne de seyircilerin bu eylem ve yargıda bulunma süreçlerine karşı ortaya koydukları ya da koyacakları tepkilerin kolektif akıl ve bellekten silinmesi mümkün olacaktır.
Bilim insanı kendi yanlış ve çelişkileriyle yüzleşen insan olduğundan, bu projenin olabilirlik dengesinin sorgulanması mutlak onlara terk edilmelidir. Zira ülkede çözüm bekleyen sorunlar yumağı ortada dururken, gündem oluşturmak adına, yeni ve sürdürülebilir bir sorunla ülkenin enerjisini almaya çalışmak siyaset adına bir kazanım olmayacaktır. Ülke için acil olan yeni iş ve istihdam olanakları yaratarak, yükselme trendine giren işsizliği önlemek, üretken ve verimli ekonomik yapıya geçmektir. Çünkü ekonomik çözümlemeler yapılmadan siyasette başarı sınırlı kalacaktır.