Uygarlık: Aslında insanın fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür bir şekilde kendi benliğini, kültürünü, felsefesini hep bir adım ötesini görerek geliştirmek, içinde bulunduğu çağın perspektifsel durumunu sorgulamak, tarihin insancıl sunumunun odağına konumlanmaktır. Uygarlığın içinde insana, doğaya, tarihe saygı vardır. Doğa ve tarih dokusunun bozulmadan geleceğe yorumlanmasında uygarlığın kalbine yerleşmiştir.
Temel hak ve özgürlüklerden özellikle devletten önce tarih sahnesinde olan negatif haklar statüsü, bizatihi devletin sorumluluğu altında korunmuş ve geliştirilmiştir. Batı Uygarlığı; eskinin bağrında, tarihi, doğayı, kültürü, temel hak ve özgürlükleri koruyarak ve geliştirerek, yeni bir dünya yaratma sürekli eylemini kapsamaktadır. İnsanoğlunun en soylu ve en temiz olan özgürlük aşkı, ancak başkaları özgür olduğunda güvende olduğu için Batı Uygarlığı Doğu‘nun önünde ilerlemiştir. İnsanın mutlak değeri, mutluluğu, gelecek güvencesi, dünyaya ve olaylara bakış açısı, Batı Uygarlığının itici gücünü oluşturmuştur. Hak kavramı, hukuktan, vicdan ve rasyonel akıl kavramı, adaletten önce geldiğinden, hukuk ve ahlak bu minvalde örgütlenmiş, hukukun üstünlüğü, ahlakın zorunluluğu yaşamın her zerresine etki etmiştir. Toplumsal yaşam anlayışı, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, karşılıklı hoşgörü ve saygı çerçevesinde anlam kazanmış, tarih, doğa ve kültür bilinci üst düzeye yerleşmiştir. Toplumsal sahiplenme duygusu, doğa, tarih ve kültürün, estetik, didaktik ve retorik yapısını korumuş, günün koşulları içinde kentleşme felsefesine uygun gelişmeler devam etmiştir.
Bir şeyin birey için doğru olup olmadığına bireyin kendisinin karar vermesi, bireysel gelişmenin temelini oluşturmuştur. Tüm teknolojik gelişmeler ve teknoloji kullanımı, insanın mutluluğu, gelişimi ve huzuru için tasarlanmış, bilinçli tüketici profili örnek oluşturmuştur. Doğu Uygarlığı: tarihsel başlangıç olarak Batı‘ya yön ve yol vermiş, ancak taht ve saltanat kavgaları ile içyapısı, kimyası ve dinamizmi bozulmuş, Batı Rönesans ve reform hareketleriyle yüzünü uygarlığa çevirirken, Doğu uzun süre gözlerini kapatmış, içine adeta sürgün edilmiştir. Batı kendisini ahlak, hukuk, adalet, tarih, doğa, kültür ve felsefe sütunları üzerine inşa ederken, Doğu, kendisini gerçekte var olmayan sütunlar üzerine inşaya çalışmıştır. Din, mezhep, taht ve saltanat kavgaları, akıp giden bilimin ve aklın önünde sürüklenmiş, ümmet ve tebaa kavramları körü körüne biat ve itikat ekseninde yer bulmuş, en ucuz şeyin insan canı olduğu gerçeği, tarihin yazılışında kabul görmüştür. Doğu‘nun irtifa kaybı, medeniyet bağlamında hoyratlığa dönüşmüş, tarih, doğa ve kültür korelasyonu hırs ve çıkar kavgalarına yenik düşmüştür. Tarihin mirası Doğu‘nun coğrafyasında sorumsuzca tahrip edilmiştir. İnsanın kendinden uzaklaşması, akıl ve bilimden uzaklaşmasına neden olmuş, temel hak ve özgürlükler, hukuksuz kanunlar çerçevesinde önemini ve anlamını yitirmiştir. Kentleşme ve yapılaşmalar; doğa ve tarihin canına okunarak yapılmış, rant kavramı Doğu Uygarlığının keskin kılıcı olmuştur. Toplumsal yaşam alışkanlığı, dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma bir avuç çıkar uğruna heba edilmiş, geleceğe dair olanlar dünden tüketilmiştir. Komşuluk ilişkileri çıkar kavgalarıyla körüklenmiş, emperyalizmin yıkıcı ve kirli yüzü, Doğu’nun sularını kirletmiştir. Gelinen aşamada Batı‘ya giden bir gemide hep Doğu yönüne koşan yöneticiler ve iktidar sahipleri, mizanseniyle Doğu kadim kültürünü arar hale gelmiştir. İnsanın sığınacağı tek yer olan vicdanı ne yazık ki burada kararmıştır.