Cumhuriyet tarihi boyunca ülke gündemini belirleyen ve süreklilik arz eden konulardan biri de geri kalmış bölgelerin ekonomik ve toplumsal kalkınma sorunudur. Bu bölgelerin geri kalmasının nedenlerinden birisi hiç şüphesiz ağalık, beylik ve şeyhlik gibi çağdışı kurumların varlığını koruması, siyasi iktidarların bunları kullanarak oy devşirmesi, ikincisi ise siyasi iktidarların bu bölgelerin kalkınması için özellikle bu bölgelerin coğrafi yapısına uygun kalkınma paradigması yaratmaması, buraları ihmal etmesi, buralara yapılacak yatırımlarda neden-sonuç, amaç-sonuç eksenine bağlı olarak maliyet-fayda analizini yapmaması, alt yapı yatırımlarında cimri davranması gelmektedir.
Özelikle 80’li ve 90’lı yıllarda tek başına Marmara bölgesine yapılan yatırımların tutarı bu bölgelere yapılan 30-40 yıllık yatırımların tutarından daha fazladır. Bu bölgelerin yoksulluk kısır döngüsünü kırarak bölge dışına göç ve sermaye akışını önlemek için çok ilkeli politikalar belirlenememiş, sorunlara hep yüzeysel ve marazi yaklaşılmıştır. Oysa bütün ekonomik ve toplumsal planlar, derinlemesine yapılan ekonomik ve toplumsal alt-yapı çözümlemelerine dayanmak zorundadır. Çünkü toplumsal yapı ve sorunlar, ancak yatay ve dikey doğrularla birlikte ele alındığında bütünlük kazanır. Hal böyle olmasına rağmen, bütün amaçları, ağalık, beylik ve şeyhlik gibi kurumlar üzerinden oy devşirmek olan siyasi iktidarlar, sorunlara sadece yatay boyutuyla yaklaşım göstermiş, bu eğreti anlayış, ekonominin yasaları içinde yitip gitmiştir. Okuma-yazma oranı ve eğitim durumu yerlerde sürünen bu bölgelerin cahillik üretmesi ekonomik ve toplumsal yapıyı biçimlendirmiş, din eksenli aldatmaya yönelik siyaset geri kalmışlığın kaderi olarak buraların kalbine çivilenmiştir. Toplumsal açıdan homojenlik gösteren bölgelerde yapılacak her türlü köklü kalkınma girişimleri ve teknolojik değişmelerden tutunuz da, herhangi bir bireysel yeniliğin benimsenmesine varıncaya kadar her türlü değişime halkın yaşam biçimi, dünya görüşü, inanç ve değer yargıları dikkate alınmak zorundadır. Bu yüzden bu bölgelerdeki toplum yapısının mimarisini oluşturan temel unsurları iyi anlamadan ve çözümlemeden sorunlara yaklaşma bir yanılgıdan ibaret olacaktır.
Toplumsal yapıda meydana gelen bir farklılaşma, dışarıya açılma ve dış faktörlerle bütünleşmede siyasi iktidarlar bugüne kadar ortak ve kucaklayıcı bir dil oluşturma başarısını gösteremediler. Tarımsal faaliyetlerde geleneksel tarım metotları hakim kılınmış, tohum ıslahı, toprak ıslahı, gübre ve benzeri girdilerde çiftçi desteklenmemiş, topraksız köylüye toprak dağıtılmamış, toprak ve tarım reformu gerçekleştirilememiş bu bölgelerde kalkınmayı başlatacak hamleler yapılmamıştır. Üretilen mal ve ürünler Pazar mantığıyla yeterince desteklenmemiş, buralarda zar zor kurulan Süt Endüstrisi Kurumlarıyla, Et ve Balık Kombineleri özelleştirilerek satılmış, istihdam alanı daralan Emek göçe zorlanmıştır.
Bu bölgelerdeki din ve dil parçalanmalarının yanı sıra aşiret halindeki toplumsal organizasyonun hala hüküm sürmesi, vatandaş ve birey olmanın önündeki engeller olarak ortaya çıkmaktadır. Pazar dışı ve aile ihtiyaçlarına yönelik ilkel üretim devam etmektedir.
Zaman akıp gitse de, geri kalmış bölgelerin kalkınma hamlesindeki sorunlar, sorumsuzluğa dönüşmüş, bölgeler arası ekonomik, sosyal ve kültürel dengesizlikler artarak devam etmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı içinde kurulmuş olan o dönemdeki Kalkınmada Öncelikli Yöreler başkanlığı, Teşvik uygulama birimiyle koordineli çalışmış, ancak denetimsiz ve dönemin iktidarına yakın kişilerin kullandıkları veya kullandırdıkları teşvikler, bölge dışına çıkarılmıştır. Gerçekten yatırımla ilgisi olmayan bir avuç nüfuslu kesime milyarlarca lira değerinde teşvik verilmiş, siyaset-ticaret zemini biçim değiştirerek, günümüze akmaya devam etmiştir. Türkiye’nin kanayan yarası…