İster 1961, ister 1982 Anayasaları olsun militarist bir çerçevede hazırlanmış olup, halka milletin anayasaları olarak sunulmuşlardır. 1961 Anayasasının hazırlanışının temel nedeni,;meşruluğunu kayıp etmiş bir iktidar olarak gösterilirken, 1982 anayasasında bir iç savaş sendromu temel neden olarak gösterilmiştir. 1961 Anayasası kurucu meclis ve milli birlik komitesi vesayetinde hazırlanırken, 1982 Anayasası; Danışma meclisi ve milli güvenlik konseyi gölgesinde hazırlanmıştır. 1961 Anayasasında yarı resmi olan Kemalizm, 1982’de tekçi ideoloji olarak sunulmuştur. Her iki anayasada da Laiklik, başlangıç kısmında yer almış, genel esasların 2. Maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılmıştır. 1961 Anayasasından farklı olarak 1982 Anayasası, Türk-islam sentezini çağrıştıracak bir yapıya bürünmüştür. Bu durum çeşitli paragraflarda maddi ve manevi vurgusuyla milli vurgusu yapılarak kendini göstermiştir. Özellikle 82 darbe Anayasası, belli bir politik-kültürel strateji olarak Türk – İslam sentezinde yoğunlaşmıştır. 1961 ile 1982 Anayasalarında en belirgin fark ise, 1961 Anayasasında, Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik sosyal hukuk devletidir derken Cumhuriyetin insan haklarına dayandığını, çağdaş demokrasilerdeki gibi temel hak ve hürriyetlerin önemi vurgulanırken, 82 Anayasasında ise, insan haklarına dayanan yerine, insan haklarına saygılı ibaresini getirerek, madde sulandırılmış, yürürlüğe girdiği tarihten günümüze kadar insan hakları ihlalleri yüzünden Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde mahkûm edilerek çok miktarda tazminat ödemeye mecbur bırakılmıştır.
Her iki Anayasada , ‘Türk Milleti Egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır’ derken, yasamanın önemi anayasalarda olan üstünlüğü zayıflamış, hatta 2019’dan itibaren ise yasama; yürütme önünde adeta işlevsiz kalacaktır. 1982 Anayasası yürütme görevinin önüne yürütme yetkisi ve görevini ekleyerek, yetkili organlar arasında yani yasama, yürütme ve yargı arasında yürütmeyi daha da öne çıkarmıştır. Bu anayasa, 61 Anayasasına göre, Anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerini artırmıştır. 1961 Anayasasında, devlet-vatandaş ilişkileri neo-liberal sosyal devletçi bir anlayışla düzenlenirken hak ve özgürlükler ile ödevleri dengelemeye çalışır, burada önemli olan ödevlerin devlete karşı değil, topluma karşı olmasıdır. 1982 Anayasasında bu ilişkiler gerçekten biraz da faşizan bir anlayışla düzenlenmiş, kişi ve toplulukların hak ve özgürlükleri önemli ölçüde kısıtlanmış, ödevler ise devlete karşı olarak metne işlenmiştir. İşte bu yüzdendir ki; insan hakları sorunu, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, kadın istismarı, çeteleşme, mafyalaşma, bireysel silahlanma, cinayet işleme ve benzeri konularda Türkiye sancı çekmeye devam etmektedir. 1961 de devletin; kişinin haklarını sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal engelleri kaldırmasını ve kişinin gelişmesi için gerekli şartları hazırlaması öngörülürken, 82 Anayasası; hakların ve hürriyetlerin ödev ve sorumlulukları da içerdiğini belirtir. Yani 61 de kişi(birey) ön planda iken, 82 de devlet öne çıkarılmıştır. Öyle olduğu için çağdaş ve katılımcı demokrasi, tüm kural ve kurumlarıyla bir türlü hayata geçirilememiş, ileri demokrasi, yeni Türkiye hamleleri icraata dönüşmemiştir. 1961’de temsili ve sorumsuz bir makam olan Cumhurbaşkanlığı, 1982’de olağanüstü yetkilerle donatılmış, parlamenter demokrasi ta başlangıçta yara almıştır. Bağımsız yargı 61 den farklı olarak 82 de adeta yürütmenin fonksiyonel türevi haline gelmiştir. Günümüzde yargı ve adalete duyulan güvenin hızla azalmasının temel nedenleri aslında burada yatmaktadır.
Bütün bunlara ek olarak toplumun gerçekleri, değişimi ve dinamizmi gerisinde kalan anayasaya dayanılarak hazırlanan Siyasi partiler ve Seçim kanunu, işleyişi bakımından demokrasinin ana unsuru olan katılımcılıktan ve düşünce özgürlüğünden, hızla uzaklaşmakta, içi boşaltılan ve nitelikleri budanan bu yönetim anlayışı demokrasi diye ortada tutulmaktadır.