Sosyal Bilimler içinde matematikle beslenen temel bilimlerden biri de ekonomidir. Bu bilim dalının belirli kuralları, pratik uygulamalarında değişken parametreleri mevcuttur. Ekonomi biliminin istatiksel sonuçlarının çok daha anlamlı olabilmesi için mutlaka hukuk, adalet ve ahlakla hemhal olması gerekir. Çünkü istatiksel sonuçları ekonominin temel kural ve prensiplerine göre değil de kendine göre yorumlama riski vardır. Ekonominin parametrelerini doğru okumak istatistiğe anlam kazandırır. Bugün dünyada yönetme gücünü elinde bulunduran, her iktidar için, ekonomi aynı zamanda iktidarı sürdürmenin araçlarından birisidir. Öyle ki; kalkınmasız büyümenin kişi başına düşen gelirle açıklama gibi bir etkileme aracına dönüşmesi kaçınılmazdır. Kişi başına düşen milli gelir hesaplamaları basit bir aritmetikle gerçeği vermemektedir. Toplam gelirin toplam nüfusa bölünmesi çok aldatıcıdır. Daha reel ve acı olanı ise, gelir durumu bakımından en üstte olanların gelirlerinin, diğerlerine oranı olarak değerlendirmek, tutarlı ve doğrudur. Son günlerde ülkenin gündemine oturan konulardan biri de üçüncü çeyrekte elde edilen yüzde 11.1’lik büyümedir. Aslında bizim gibi ülkelerde ekonomik büyüme ile kalkınma birbiriyle karıştırılmakta, büyüme kalkınma yerine kullanılmaktadır. Oysa büyüme; ekonomik olarak bir ülkenin gerçek mal ve hizmet çıktısında zamana göre artışı göstermektedir. Bu bağlamda büyüme; Gayri-safi Yurtiçi Hasılanın tüketim, devlet harcaması, yatırım ve net ihracat gibi bileşenlerinin birinde kademeli olarak bir artışı göstermektedir. Ülkemizdeki büyümeyi bu kapsamda değerlendirdiğimizde, üçüncü çeyrekte ki tüketim harcamalarının artış kaydettiği görülecektir. Büyümeyi daha yalın olarak kişi başına milli gelirde bir artış olarak değerlendirirsek, bu kez de sadece patronların, rant ve faiz ekonomisiyle para kazananların gelirlerinin arttığı görülür. Yani bu rekor büyümeden tabana düşen bir şeyin olmadığı gerçeği ortay çıkar. Büyüme oranlarına sektörel bazda baktığımızda tarım ve sanayi de böyle bir büyüme gerçeği olmadığı, hizmet sektöründe ise, inşaat sektörünün büyümenin lideri olduğu, ancak bir ülke ekonomisinin, çimento ve demiri toprağa gömerek, sürekli bir büyüme trendi yakalayamayacağı da kesindir.
Bir başka pencereden ekonomik büyümeyi değerlendirdiğimizde ise, makroekonomik büyüklüklere ilişkin özelliklerin, yukarıya doğru bir sıçrama göstermesi gerekirdi. Halbuki; ülkemizde sektörel bazda kişi başına düşük gelir, dengesiz ve adaletsiz gelir dağılımı, tüketimi körükleyen ve gelecekteki parayı harcamayı teşvik eden kredi kartı sistemi, düşük yatırım malları üretimi, düşük tasarruf oranı, işgücü başına düşük üretim ekipmanı gibi parametrelerin bu rekor büyümeden nasiplenmediği görülür. Büyüme ve kişi başına gelir dağılımı rakamları; toplulaştırılmış bir şekilde belirtildiğinden ve toplam üretim artışının bileşimi konusunda herhangi bir bilgi verilmediğinden büyümenin hangi sektörde ivme kazandığını bilemeyiz. Oysa kalkınma; bir ülkede ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda top yekûn bir iyileşme halidir. Büyüme ve kalkınmaya ülkemiz açısından baktığımızda; ülkemizin büyük bir kalkınma açığı olduğu ortadadır. Çünkü kalkınma; insani gelişme endeksinin yukarı doğru yönlenmesidir. Bu bağlamda eğitimin kalitesi, yaygınlığı ve etkisi, hukuk ve adaletin, ahlak ve vicdana göre tesisi, sağlığın bir hak olarak eşit düzeyde ve kaliteli dağıtımı, kadın nüfusun istihdamdaki sayısının artması, çocuk işçiliğinin mutlak surette sonlandırılması, istihdamın kaliteli ve sürekli artışı, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin kaliteli üretim artışlarının sağlanması, yüksek tasarruf alışkanlığının gelişmesi, kayıt dışı ekonominin ıslahı, vergi düzenlemelerinin yeniden yapılması ve refah devletine erişim kalkınmanın parametreleridir. Yani kalkınmasız büyüme; simbiyotik patronlara, rant ve faiz ekonomisiyle para kazananlara yaramaktadır.